spot_img
spot_imgspot_img
-1.4 C
İstanbul
Pazartesi, 24 Şubat 2025

Kriz birdenbire derinleşebilir

Seçtiklerimiz

1929 yılındaki Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en ciddi sarsıntı olan küresel ekonomik krizi değerlendiren Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi İşaya Üşür, krizin derinleşeceğini, ancak bunun kapitalizmin sonunun geldiği anlamı taşımadığını söyledi.

 

 Marksist solun zayıf olduğu yerlerde sosyal demokrasinin sağa kaydığını ve Türkiye’de de bunun yaşandığını belirten Üşür, krizin kendisiyle birlikte daha faşist iktidarlar getirebileceği uyarısında bulundu. Türkiye’deki bankaların sanıldığı kadar sağlam olmadığını, krizin birdenbire derinleşebileceğini vurgulayan Üşür, yaşanan krizden bağımsız olarak Başbakan Erdoğan’ın temsilciliğini yaptığı Anadolu sermayesiyle TÜSİAD arasında çelişkiler bulunduğunu da dile getirdi.

Bütün dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz için tedbir alındı alınmadı tartışmaları yaşanırken, kriz bütün boyutlarıyla Türkiye’de de hissedilmeye başlandı. Bu konuda ABD başta üzere bankalara aktarılan milyarlarca dolarlık yardımlar, dar gelirli kesimler tarafından eleştirilirken, bir yandan da bu paketlerin ve yardımların krizi önleyip önlemeyeceği tartışılıyor. AKP hükümetiyle iş çevreleri arasında kriz konusunda yaşanan tartışmalar da devam ediyor. Krizin iyiden iyiye kendini hissettirdiği bir dönemde, Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İşaya Üşür ile ekonomik krizi konuştuk.

Yaşanan küresel krizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Genel olarak ele alıp değerlendirirsek bu kapitalizmin krizidir. Bu saptamayı küçümsememek lazım. Kapitalizm bazen bu tür krizler yaşıyor. Bu krizin daha önceki krizlere benzerlikleri ve farklılıkları var. Kapitalist küreselleşme ya da sadece küreselleşme denilen oluşumdan sonra, kapitalizmin diğer dönemlerden epey bir farklı (boyutları ve büyükleri bakımından) bir gelişmeye tanık oluyoruz. Küresel kapitalizm parasal sermayenin, finans sermayesinin aşırı büyümesine neden oldu. Bir birimlik üretime karşılık 60-70 birimlik karşılığı olmayan para basılınca, devlet satın alma gücünü destekleyince ve bunun satın alınacak karşılığı olmadığı için, parasal dolaşımla üretim alanı arasında büyük farklılıklar doğmaya başlayınca balonlar oluşmaya başladı. Resme ilk baktığınızda tasviri olarak bu balonlar konut kredisinde başladı. Sokakta yatanlara bile kredi kartı verildi. Sokakta yatan ve hiçbir geliri olmayan (ABD’de bunların sayısı 30-35 milyon civarındadır) insanlara bile ‘sizi ev sahibi yapacağız’ diyerek kredi dağıttılar. Her iki taraf da bunun gerçekleşmeyeceğini biliyor. Ama bu yaygınlaştı. Özellikle 1990’dan sonra bu piyasaları ele alacak teknik araçlar geliştirildi. Doğrusunu söylemek gerekirse iktisatçılar, finansçılar bile bu konunun uzmanları şeklinde algılandı ve matematiksel modeller geliştirdiler. Bunlara da türev piyasalar adı veriliyor. Bu türev piyasaların boyutlarını değme iktisatçılar da bilmiyor. Neler olduğunu herhangi bir iktisatçıya sorsanız onlar da bilmez. Bu durum özel bir ilgi alanı oluşturmaya başladı. Dolayısıyla bir bilinmezlikler ağı oluşturuldu. Özellikle 1980’lerden sonra, bir önceki döneme kıyasla biraz daha fazla gelişmiş karşılıklı uluslararası ilişkilerin bu finans piyasalarının birbirine girmesi, piyasaların, Avrupa bankalarının Amerika ve Japon bankalarına borç vermeleri ve almaları nedeniyle bunun eninde sonunda patlayacağı belliydi. Biz ve bizim gibi iktisatçılar böyle bir kriz bekliyorduk. Bunun mekanizmaları nelerdi? Esas itibariyle kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden, kapitalizmin kendi sınıf ilişki ve çelişkilerinin kaynaklandığıydı. Bunlar çözülmediği müddetçe bu kriz sona ermez. Ama bu kriz kapitalizmi yıkmaz. Bu tür tartışmalar var ama bu kriz kapitalizmin sonu değil. Bu işi yakından izleyen iktisatçılar bile çok fazla boyutlarını bilmiyorlar ama krizin boyutları tahmin edilenin üzerindedir. İşler bu krizden sonra gittiği gibi gitmeyecek. Bu kriz parasal terimlerle başlasa bile, parasal önlemlerle engellenemeyecektir. Bu tür krizler, sınıflar arası servet ve gelir bölüşümünü etkilemek için, üretme tabanını etkilemek için kolay kolay sona ermez. Tahmin ettiğim kadar bizim ülkemizde biraz daha geç başlayacak. Ama gereken üretim tedbirleri alınmadığı müddetçe birdenbire derinleşebilir. Bankaların sağlam olduğu söyleniyor. 2001 krizi ile kıyaslandığında tabii ki sağlamdır ama o kadar da sağlam değil. Ama bu sefer de özel sektör borçlanması ve dış açık faktörü var.

‘Bu kriz kapitalizmi yıkmaz ama bu tedbirler de krizin önünü almayacak’ diyorsunuz. Nasıl bir gelişim izleyecek, neler yaşanacak?

Kapitalizmin yıkılması için objektif koşullar var ama sübjektif koşulların olduğu, hoşnutsuz kesiminin yani solun örgütlenme düzeyinin buna elverdiğine inanmıyorum. Dolayısıyla bu bir örgütlenme meselesidir. Kapitalizm yerine daha insanca, daha yaşanabilir, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu ileri süren görüşler olabilir ama onu gerçekleştirecek yapılar yok. Bu tür krizlerde kapitalizmin yıkılacağı hülyası, umudu hakim olur. 1929 krizinde de böyle söylenmişti. O çok daha derindi bu krizden ama olmadı. Dolayısıyla bunun çaresi var. Krizlere baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz; kapitalistlerin kendi aralarında devir değişmediği zaman, yani finans kapitalistleri ile ticaret kapitalizmi arasındaki ilişkiler yeniden oluşturulacak. Bu kriz için kapitalistler ile işçi sınıfı arasındaki ilişkilerin yeni bir tabana oturtulmasıyla ancak önü alınır, bu da zaman alır, acılara yol açar. Kapitalistler arasında birilerinin çıkması birilerinin batması lazım. Krizlerde kapitalizmin bir kesimi batar, onun yerine bir başkası geçer. Hatta üretici kapitalistler veya üretken sermaye arasında da bu yer değiştirmeler olur. Benim kanaatim bu oraya kadar gidecektir. Tabii bunun parasal boyutunun olduğunu gözden kaçırmayalım. Yalnız genellikle sağda solda şunu da duyuyorum. Maalesef bunu soldaki iktisatçıların da söylediğine tanık olabiliyorum. O da şu; Bu türev piyasalar, finans sermayesi kapitalizmi dışsal bir şey değil, kapitalizmin kapitalist üretim sürecinin zorunlu olarak ortaya çıkardığı biraz da kapitalistler arasındaki rekabetin zorunlu olarak ortaya çıkardığı bir süreçtir. Dolayısıyla bu dışsal bir şey değildir. Bu doğrudan doğruya kendisinin açtığı bir sonuçtur. Şunu da gözden ırak tutmayalım. Bu kriz yalnızca kapitalistleri etkilemeyecek. Ağırlıklı olarak çalışan kesimleri de etkileyecek. İşçileri de etkileyecek.

İşçi sınıfına yansıması nasıl olacak?

Örneğin dönüşümü etkilemek suretiyle, servetin yeniden dağılması suretiyle etkileyecek. Eğer daha güzel bir dünyanın, daha demokratik bir dünyanın peşinde koşan sınıflar, kesimler demokrasiye sahip çıkmazlarsa, bunu engelleyecek gelişmeler karşısında çok akıllıca politikalar yapmazlarsa bunun sonu daha faşizan yöntemlerle sonuçlanabilir.

Bütün ülkelerde olmazsa bile bazı ülkelerde bu karışıklıklara yol açar. Karışıklıklarda her kapitalist devlet daha otoriter ve totaliter yöntemlerle önüne geçmeye çalışabilir. Dolayısıyla o kanalın olasılık olarak açık olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Bunun için özellikle politikayla ilgilenen sol kesimler daha akılıca politikalar düşünüp ortaya koymalılar. Tabii bu arada bir sürü dinsel, etnik vb meseleler de ortaya çıkabilecektir. Veya çıkmış olanların şiddet yoğunluğu artabilecektir. Tabiatıyla onlar bizim konumuzun biraz dışında kalıyor. Ama genel olarak dile getirmemi isterseniz krizler sadece ve basitçe iktisadi sonuçlar ortaya çıkarmaz. Bu iktisadi sonuçlarla birlikte toplumsal, siyasi, etnik, dinsel sorunlar da çıkarır. Kimlik sorunlarını da ya yeniden ortaya çıkar, ya yeni biçimlere bürünmesine yol açar. O itibarla solun bir kez daha bazı şeyleri gözden geçirmesinde yarar ve isabet olur.

Başbakan Erdoğan ‘Yere sağlam basıyoruz, etkilenmeyiz’ diyor. TÜSİAD ve diğer örgütler ise ısrarla tedbir alınmasını istiyor…

Tabii şimdi muhtemelen Başbakan 2001 krizini örnek olarak alıyor. O bankaların, sistemin kendisinin açtığı bir yaraydı. Yani bankaların finansman sorunu borçlanma sorunundan kaynaklanmıştı. Bugün bankalara baktığımızda en azından 2001’deki gibi borçlu olmadığı biliniyor. O döneme göre baktığınızda biraz daha iyi olduğunu görebiliyoruz. Tabii insanlar eski deneyimlerinden ders alıyor. Kapitalistler de bankacılar da ders aldılar biraz. Şimdi firmaların borçları bankaların borçlarından daha fazla. Bizim bankalar dışarıdaki bankalardan çok fazla hisse almadılar. Başbakan bunu kastederek söylüyor. Ama kriz derinleştikçe bunların finansman sorunu ortaya çıkacaktır. Örneğin bizim firmalar nerde borçlarını erteleyeceklerdir? Karşı taraf borçları isteme zamanı geldiğinde isteyecektir. Borçlarım nerde ya da ertele diyecek. E erteleyecek hali yok bunları, ödeme hali yok. Bunun için iktisatçı olmaya gerek yok. Sokağa çıkın esnafa bakın, nerdeyse bomboş dükkanlar. Üretimde düşüşler beklenebilir, beklenmelidir. Dolayısıyla üretimdeki düşüşler firmaların güç durumda kalmaları ve işçi çıkarmayı beraberinde getirir -ki onların aklına gelecek ilk tedbir de işçileri çıkarmaktır. Bu arada önlemler alınamaz mı? alınabilir. Tabii bu önlemleri nasıl alacaklar? TÜSİAD olayın farkında, borsa kesimlerinin önemli bir kısmı kendi üyeleri arasında. Başbakan’ın ağırlıklı olarak temsilciliğini yaptığı Anadolu sermayesi denilen -ki onlardan büyük sermaye haline gelenler de var- kesimler biraz daha kendilerini kurtarabilecek durumda. Başbakan’a çok da haksızlık yapmamak lazım. Bir ülkenin Başbakanı öldük bittik dediği anda ölme bitme aşamasında değilseniz bile ölme bitme aşamasına gelirsiniz. Yani Başbakan bir moral vermek istiyor. Ama aralarında çelişki var. İki sermaye grubu arasında. Onlardan birinin temsilcisi olan o tarafa bir nedenden ötürü ağırlık veren, ağırlığını koymaya çalışan Başbakan ile TUSİAD falan bildiğiniz kesimler arasında bir çelişkisi var.

Peki bu kriz siyasete nasıl yansır?

Eğer sol bir alternatif oluşturacaksa -ki solu da iyi tanımlamak lazım. Sosyal demokratik solu mu kastediyoruz? Yoksa Marksist solu mu kastediyoruz? Onu açıklığa kavuşmak lazım. Marksist sol zayıf maalesef. Benim kanaatim bir ülkede Marksist sol gelişmediği sürece sosyal demokrasi her zaman sağa kayacaktır. Nitekim bugün tanık olduğumuz şey de odur. Dolayısıyla onlar da düzenin savunuculuğuna girebilirler. Sermayenin bir kesimi o arada kozmetik anlamda çalışan kesimlere belki bir şeyler vermeyi düşünürler. Kaldı ki bugüne kadar onun işaretlerini de görmüyoruz. Sosyal demokrat siyasette onun bir işareti de yok. İkincisi bir de Türkiye’ye özgü koşullar var. Davalar başlıyor, davalar açılıyor. Başka şeyler oluyor. Dinsel meseleler var, etnik meseleler var, bunları tırnak içinde söylüyorum. Kriz dönemlerinde muhtemeldir bunlar özel olarak kaşınır. Bu arada eğer emperyalizm lafını çok sevmiyorsanız, beynelmilel kapitalizmin yapmak istediği bazı şeyler vardır. Onlar da bu kriz dönemlerinde mutlaka kendi proje ve programlarını çeşitli kesimler veya siyasiler arasında uygulamaya korlar veya onun zamanının geldiğini de düşünebilirler. Dolayısıyla bir de uluslararası boyutu var. Bu boyutu da sol her zaman göz önünde tutmalıdır.

Krizle birlikte Marksizm yeniden tartışılmaya başlandı. Marks’ın halkı olduğu yolunda kimi Marksizm karşıtlarının yorumlarını okuyoruz.

Marks’a inanmayanlar ‘İşte Marksizm ortadan kalktı, öldü bitti’ derken, şimdi kapitalistlerin kendisi Marx’a yeniden dönmemiz gerektiğini söylüyorlar. Yaşanan gelişmeler açısından Marks’ı haksız çıkaracak bir şey olduğunu ben zannetmiyorum. Şunu belirtmek lazım, kapitalizmin içinde bulunduğu aşaması Marks’ın işaret ettiği aşamadan biraz daha farklı. Ama doğrudan doğruya Marks’ın yazdıklarını, örneğin ‘Kapital’i okuduğunuz zaman, bazı yönler itibariyle o günden çok bugünü tarif ettiğini görürüz. Bu krizler meselesinde de en sağlam ve sağlıklı teorik analizi Marks’ın kendisi ve Marksistler getiriyor. Bugün Marks’ın söyledikleri doğrulandı demeyeceğim, Marks haklı çıkmıştır, diğerleri haksız çıkmıştır demek istemiyorum. İdeolojilerin ortadan kalktığı söyleniyordu. Dünyanın tek devlete dönüştüğü söyleniyordu. Bu söylemler iflas etmiştir. Marksizm eninde sonunda daha güzel, daha yaşanabilir, daha adil, daha eşitlikçi bir dünyayı savunan bir görüştür. Bunun yol ve yöntemleri üzerinden insanları düşünceye sevk eden bir görüştür. Marksizm’in ölmesi kimi sevindirir? Marks toplum için anne ve babalık rolü görüyor. Marksizm’in ölmesi toplumların da anne ve babasız kalması anlamına gelir. Marksizm günün koşullarına uyarlanmak şartıyla varlığını bugün de sürdürüyor. Doğrudur, 1980’lerden itibaren sol görüş bir düşüşe geçmiştir. Tahmin ettiğim kadarıyla, birkaç yıldan beri Marksizm yükselişe geçmiş. Eğer Marksistler ve solcular biraz daha akıllı davranırlarsa, utanmadan Marksist olduklarını söylerlerse, -baskıdan dolayı insanlar Marksist olduklarını söylemekten çekiniyorlardı- kendi görüşlerini savunur hale gelirlerse Marksizm’in yükseleceği kanaatindeyim.

KENAN KIRKAYA

İlgili Makaleler

- Corendon -spot_img

Son Dakika