Hayatının aşkıyla çıktığı sürpriz tatil, beklenmedik bir şekilde korkunç bir döneme dönüştü. Küçük uçağın aniden irtifa kaybetmesiyle birlikte geçen sadece birkaç dakika, etrafını saran karanlık bir örtüyle karşılaşmasına neden oldu. Kendisini bulduğunda, ormanın derinliklerinde ağaçların arasına savrulmuştu. İlerleyen sekiz gün boyunca hayatta kalmak için gösterdiği olağanüstü çaba ise oldukça dikkat çekiciydi. Peki, onu hayata bağlayan şey neydi? İşte cevabı…
Annette Herfkens ve nişanlısı Willem van der Pas, 13 yıllık birlikteliklerinin ardından romantik bir tatili hak ettiklerine karar verdiler. Van der Pas, iş nedeniyle altı aydır farklı ülkelerde yaşamalarının ardından Herfkens’e sürpriz yapmak için bir seyahat planlamıştı. Rotaları, Vietnam’ın en büyük şehri Ho Chi Minh’ten Nha Trang’e gidecek şekilde belirlenmişti.
Ancak bindikleri uçak oldukça küçüktü; sadece 25 yolcu ve 6 mürettebat taşıyordu. 31 yaşındaki Herfkens, klostrofobisi sebebiyle uçağa binmekte tereddüt etmişti. Ancak Van der Pas (ya da Herfkens’in deyişiyle Pasje), kendisini sakinleştirmek için “Sadece 20 dakika uçacağız” diyerek ufak bir yalan söylediğinde ikna oldu.
Yolculuğun 40. dakikasında uçak aniden irtifa kaybetmeye başladı. Van der Pas, Herfkens’e bakarak “İşte bu hoşuma gitmedi” dedi. Kısa bir süre sonra uçak daha da aşağı düştü. Van der Pas’ın, Herfkens’in elini tuttuğu an, her şey kapkaranlık oldu.
“Savaş ya da kaç burada devreye giriyor.”
Herfkens kendine geldiğinde fark ettiği ilk şey, ormanın sesleri oldu. Sesler, uçağın gövdesindeki bir yarıktan içeri sızıyordu. Bindikleri uçak Vietnam’da bir dağ sırasına çakılmıştı. Üzerindeki ağırlığın tanımadığı birinin cansız bedeni olduğunu fark etti sonra. Etrafına bakınca biraz ilerde Pasje’yi gördü. Yüzünde bir gülümsemeyle koltuğunda geri kaykılmıştı. O da hayatta değildi.
Herfkens, yaşadıklarını The Guardian’a anlatırken, “Savaş ya da kaç burada devreye giriyor. Ben kesinlikle kaçmayı seçtim” dedi.
Kendine geldiğinde uçağın dışında, ağaçların arasındaydı. Bugün bile uçaktan nasıl çıktığını bilmediğini belirten Herfkens, “Aklımda sadece resimler var. Kokuları unutmak için çok uğraştım” diye konuştu.
O sırada takvimler Kasım 1992’yi gösteriyordu. Aradan geçen 30 yılı aşkın sürede davranışlarını analitik bir biçimde değerlendirebilecek hale gelen Herfkens, “Bu muhtemelen bir öz koruma mekanizması. Uçaktan çıkarken çok acı çekmiş olmalıyım” ifadelerini kullandı.
Herfkens hem duygusal hem de fiziksel acı çekiyordu. Pasje’nin ölümüne şahit olmak çok acı vericiydi. Öte yandan sadece kalçasında ve dizinde 12 kırık vardı, çenesi yerinden çıkmış, akciğerlerinden biri sönmüştü. Herfkens, “Uçaktan sürünerek çıkmış ve yere inmiş olmalıyım. Ardından emekleyerek enkazdan 25-30 metre daha uzaklaşmış olmalıyım” dedi.
ALTIN SARISI VE YEŞİL YAPRAKLARA ODAKLANDI
Herfkens, kazadan sonraki sekiz günü ormanın derinliklerinde geçirdi. Günler geçerken hayatta kalan yolcuların ağlama ve inleme sesleri de yavaş yavaş azalıyordu. Herfkens’in o zamanlara dair hatırladığı en önemli şey ise yapraklardı. Dört bir yanı sabah çiyinin ve güneş ışınlarının parlattığı altın sarısı ve yeşil yapraklarla çevriliydi. Herfkens, sık sık yapraklara odaklanıp etrafındaki cansız bedenleri, derisine yapışan sülükleri, hissettiği acıyı unutmaya çalışıyordu.
“Eğer orada neyin olmadığını kabullenirseniz, o zaman orada olanları görebilirsiniz” diyen Herfkens ekledi: “Nişanlımla bir plajda güneşlenmiyor olduğumuzu kabul ettim. Bunu kabul edince etrafımda olanları fark ettim – çok güzel bir ormanın ortasındaydım.”
Annette Herfkens, “Turbulence: A True Story of Survival” (Türbülans: Gerçek Bir Hayatta Kalma Hikâyesi) isimli kitabında bu felsefeye odaklanıyor. Ünlü bir oyuncunun girişimleriyle çekilmesi planlanan Herfkens’in hikâyesiyle ilgili film projesi, Covid-19 pandemisi nedeniyle iptal oldu. Herfkens şu an kendi dizisini ya da filmini çekmek için çalışıyor.
Herfkens, ormanı sadece güzel bir yer olarak değil aynı zamanda güvenli bir yer olarak da gördüğünü söyledi. Peki bu nasıl olabilmişti? O güne kadar sürdürdüğü hayatın sonu anlamına gelen bir yer nasıl bir sığınağa dönüşmüştü?
YİYECEĞİ SUYU YOKTU AMA ÖLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORDU
Herfkens için bu dönüşüm kazadan birkaç saat sonra başladı. Yaralı ve susuz halde yerde yatıp kurtarılmayı beklerken, tahvil piyasalarını düşünüyordu Herfkens. 6 aydır bir yatırım bankasının Madrid şubesinde çalışıyordu. İşlem odasındaki tek kadındı. Düşündüğü bir diğer şey de Lahey’deki annesiydi.
En inanılmaz olan şey ise yiyecek bir lokması ya da içecek suyu olmamasına karşın yerde yatarken öleceğini düşünmemesiydi. “Öleceğimi hiç düşünmedim. Anda kaldım. Beni bulacaklarına güvendim. ‘Ya bir kaplan gelirse’ diye düşünmedim. ‘Kaplanla geldiği zaman uğraşırım’ diye düşündüm. ‘Ya ölürsem?’ diye düşünmedim. ‘Ona öldüğüm zaman bakarız’ diye düşündüm” ifadelerini kullanan Herfkens, bugün kendindelik ya da farkındalık olarak bilinen pratiği adı konmadan hayata geçirmişti.
Aslına bakılırsa bu farkındalığı yaşamak zorunda kalmıştı Herfkens. Kazadan bir iki gün sonra yanındaki adam ölünce, Herfkens, ormanda tek başına olduğunu fark etmişti. “Hiçbir zaman o kadar tamamıyla yalnız olmamıştım. Paniğe kapıldım” diyen Herfkens’in sönmüş akciğeri nefes alıp vermesini zorlaştırıyordu. Nefes alabilmek için odaklandığını belirten Herfkens, “Bu sayede ana, şimdiye geri döndüm” dedi.
Bugün çeşitli organizasyonlarda motivasyon konuşmaları yapan Herfkens, hayatta kalmasını sağlayan şeyin ne olduğunu sık sık sorguladığını belirtti. Neden sadece o sağ kalmıştı? Bunun zeminini oluşturan özellikleri neydi? Herfkens, “Ben ailemin en küçük çocuğuydum. Çok sevildim ama yalnız da bırakıldım. Ebeveynim bana ne yapmam ve ne hissetmem gerektiğini söylemiyordu. Ben de içgüdüler geliştirdim” diye konuştu.
“TÜM DOĞRU ŞEYLERİ YAPTIĞIMI FARK ETTİM”
Yıllar sonra Herfkens, iş arkadaşı Jaime Lupa ile evlendi, New York’a taşındı ve iki çocuk dünyaya getirdi. Kızı Joosje’nin arkadaşlarının ve ailelerinin sık sık kendisine Vietnam’la ilgili sorular sorduğunu, kaza sonrası hayatta kalmayla ilgili kitaplar hediye ettiğini belirten Herfskens, “O kitapları okuyunca ormanda yapılması gereken tüm doğru şeyleri yaptığımı fark ettim” diye konuştu.
Örneğin suya ihtiyacı olduğunu biliyordu ve bunun için (tıpkı kitaplarda belirtildiği üzere) bir plan yapmıştı.
Yattığı yerden uçağın kırık kanadını görebiliyordu. Kanadın üzerindeki yalıtım malzemesi sünger gibi bir yapıya sahipti. Bunu fark eden Herfkens, dirseklerini parçalama pahasına kanata tırmanmış, acıdan bayılsa da orada biriken suyu içmeyi başarmıştı. Yağmur yağdığında bu su birikintileri tazeleniyordu. Herfkens her iki saatte bir, bir yudum su içiyor ve ardından kendini tebrik ediyordu. Bugün hâlâ aynı düzeni devam ettirdiğini söyleyen Herfkens, “Hayatta kalmanızı sağlayacak şeylerden biri de budur” dedi.
Nihayet sekiz günün sonunda kurtarma ekipleri uçağın enkazına ulaştı. Hayatta kalan tek kişi olan Herfkens’i bir hamağa yatırıp dağdan indirdiler.
ETKİLERİ BUGÜN HÂLÂ SÜRÜYOR
Herfkens birkaç ay içinde kendini topladı, hızla iyileşti. Kazadan üç ay sonra Madrid’e dönmüş, işinin başına geçmişti.
Bununla birlikte kazanın, kayıpların ve travmaların bıraktığı mirasın kendisini 30 yıldır şekillendirmekte olduğunu belirten Herfkens, nereye giderse gitsin su şişesini yanından ayırmadığını ve halen suyun “her şeyden daha lezzetli” olduğunu düşündüğünü söyledi.
Herfkens’in şu an 24 yaşında olan oğlu Max’e henüz 18 aylıkken otizm teşhisi kondu. Bu sürecin kendisi için çok zor olduğunu belirten Herfkens, ormanda hayatta kalmasını sağlayan mentaliteyi uygulayarak o günleri atlattığını dile getirdi.
Uçak yolculuğu yapacağı zamanlarda mutlaka ön sıradan koltuk aldığını çünkü bir koltuğun arkasını görmenin kendisine üzerinde yatan cansız bedeni hatırlattığını da sözlerine ekleyen Herfkens, “Bir arkadaşımın Vietnam yemeği sipariş etmesi gibi küçük travma anları bazen beni pusuya düşürüyor” diye konuştu.
Herfkens için hayatta kalmak devam eden bir süreç. Pasje’nin yasını tutmanın da günlük hayatının bir parçası olduğunu söyleyen Herfkens, “Her yıl ölüm yıldönümünde onu ve eski eşimi anıyorum. Sonraki sekiz günü ve içtiğim her yudum suyu sayıyorum. Ardından kendime bir hediye alıyorum. Kendime iyilik yapmayı seviyorum. Bu konuda iyiyim” ifadelerini kullandı.
The Guardian’ın “I was the sole survivor of a plane crash. This is what I learned in eight days alone in the jungle” başlıklı haberinden derlenmiştir.